Suheyb B.Sinan (r.a.)

         Suheyb-i Rumi radıyallahu anh, Musul’a yakın Dicle kıyılarında Übülle isimli bir şehirde dünyaya gelmiştir. Ailesi hakkında detaylı bilgi mevut olmayıp babasının adı Sinan b. Malik’tir. Hz. Suheyb durumunu şöyle anlatıyor: “Ben Musul ahalisinden Nemr b. Kasıt hanedanına mensubum. Küçük bir çocuk iken esir edildim ve ailemi kaybettim.”

Bir kısım rivayetlere göre dedesi, buraya İran hâkimi Kisrâ tarafından şehrin idarecisi olarak tayin edilmiştir. Fakat küçük yaşlarda iken, oturdukları Übülle kenti, Rumlarca yağmalandığı sırada, kaçırılıp esir edilerek, köle olarak Mekke’de İbni Ced’a’ye satıldığı için ‘Rumî’ nispesiyle meşhur olmuştur.

Burada Allah’ın hikmetini görmemek mümkün değildir, şöyle ki Allah-u Teâlâ, Peygamber Efendimize arkadaş (sahabe) olacak bu zatı, uzun yollardan dolaştırarak, farklı mekânları gezdirerek, değişik insanlarla tanıştırmış ve sonunda adeta Mekke’ye getirtmiştir. İman edenlerin ilklerinden olma bahtiyarlığına eriştirmiştir. Kim bilir, babasının yanında kalsa, ailesi ile müreffeh bir hayat sürse bu şerefe nail olabilecek miydi?

İbni Ced’a, daha sonra güzel ahlakından dolayı Suheyb radıyallahu anhu azat etmiştir.

Müslüman oluşu

Kâbe-i Muazzama’nın güneyinde, yüksekçe bir yerde, Hz. Erkam'ın evi bulunuyordu. Kâbe’ye güney tarafından gelmek isteyen, bu evin önünden geçmek durumunda idi. Ev yüksekte olduğundan, Kâbe rahat olarak görünürdü. Ayrıca Hz. Erkam, Mekke'nin ileri gelenlerinden, itibarı çok olan bir zat idi ki herkes kendisine hürmet ve ikram ederdi.


Bu gibi sebeplerden dolayı, Peygamber Efendimiz ve diğer Müslümanlar burada toplanırlar, emniyetli bir yer olduğu için ibadetlerini rahat yaparlardı. Yeni Müslüman olmak isteyenler de bu eve gelir, Müslüman olmakla şereflenirdi. Bunun için bu eve Dar'ül-İslâm ve Dârül-Erkam gibi isimler verilmişti.

Bir gün Hz. Ammâr bin Yasir, Hz. Erkam'ın evinin önünde Hz. Suheyb bin Sinan'a rastladı. O’na sordu:
- Burada ne yapıyorsun?
- Sen ne yapıyorsun?
- Ben içeri gireceğim ve Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin sözlerini dinleyip bildirdiği dine gireceğim. Müslüman olacağım.
- Ben de aynı maksatla buraya geldim.

İkisi de aynı maksatla geldiklerini söyleyince, beraber içeri girdiler. O sırada Peygamber efendimiz de orada bulunuyordu. Müslüman oldular, akşama kadar orada kaldılar. Akşamdan sonra evlerine gittiler.

Peygamber Efendimiz, İslâmiyet’i tebliğden önce de Hz. Suheyb bin Sinan ile konuşurlar ve birbirlerini severlerdi. Suheyb bin Sinan, Abdullah bin Ced'a’nın azatlı kölesi idi fakat Müslüman olduğunu açıklamaktan çekinmeyen yedi mücahit sahabeden biriydi de.

Hz. Suheyb, Müslüman olduğunu açıkladıktan sonra, Mekkeli müşriklerin, şiddetli hücum ve işkencelerine maruz kaldı. Müşrikler daha çok, kimsesi olmayanlara işkence ederlerdi. Hz. Suheyb, Mekke’de akrabası, dayanağı olmayan bir zat olduğu için müşrikler kendisine çok zulmederler, konuşamayacak hâle getirinceye kadar döverlerdi. Demir gömlek giydirirler, en sıcak günde, güneş altında tutar, üstüne de yük bindirirlerdi.

Bütün faziletler İslam’da, zillet ise şirktedir

Bir gün, Hz. Habbâb ve Hz. Ammâr'la birlikte giderlerken, Kureyş müşriklerinden bazıları ile karşılaştılar. Müşrikler bunları görünce:
- İşte Muhammed'e tâbi olan kimseler, diye alay ettiler ve bazı uygunsuz sözler söylediler. Hz. Suheyb onlara şöyle cevap verdi:
- Evet! Allah-u Teâlâ’nın Peygamberine tâbi olan, onunla beraber bulunmaktan zevk alan kimseler biziz. Hz. Muhammed’e biz inandık, siz inanmadınız. Biz O'nun söylediklerinin, bildirdiklerinin hepsinin doğru olduğunu kabul ettik. Siz yalanladınız. Bütün üstünlük ve faziletler İslâm’da, bütün zillet ve felâketler de müşrikliktedir. Müslümanlıkta aşağılık, müşriklikte üstünlük yoktur.

Hz. Suheyb böyle söyleyince inanmayanlar üzerine saldırdılar ve çok kötü dövdüler. Öyle ki konuşamayacak, ne söylediğini bilemeyecek hâle geldi.

Hz. Suheyb bütün bu işkencelere tahammül ediyordu. Yapılan eziyetler onun için hak yolda sabır ve sebat için bir teşvik oluyordu. İmanı kat kat artıyor, müşriklerin onu hak yoldan döndürme gayretleri boşa gidiyordu.

Tüm servetini vererek kazandı

Hz. Suheyb, Mekke'de kendi gayretleriyle büyük bir servet elde edip hayli zengin oldu. Medine-i Münevvere’ye hicret edeceği, müşrikler tarafından haber alınınca yolu kesildi. Dediler ki:
- Sen Mekke'ye fakir olarak geldin. Çok mal ve servete kavuştun. Şimdi hem kendin gideceksin hem bunca malı götüreceksin buna izin vermeyiz. Hz. Suheyb, onlara buyurdu ki:
- Ey müşrikler. Beni iyi tanırsınız ki, çok iyi ok atarım. Eğer üzerime gelirseniz, ok çantamdaki okların hepsini size atarım ve sonra kılıcımı çekerim. Bunlardan biri elimde bulundukça bana bir şey yapamazsınız, kendiniz bilirsiniz.

Fakat Hz. Suheyb'in, Peygamber Efendimize olan muhabbeti, bağlılığı ve ona kavuşmak arzusu ve Medine-i Münevvere’ye gidip ibadetlerini rahatça eda edebilmek isteği o kadar çoktu ki yanında bulunan bütün mallarının ve alacaklarının, Peygamber Efendimizin sevgisi yanında hiç kıymeti yoktu. Bu sebeple hiç vakit kaybetmemek, bunlarla oyalanmamak için onlara dedi ki:
- Yanımda ve Mekke'de bulunan mallarımı size verirsem önümden çekilir misiniz, yolumu açar mısınız?

Hak ve hakikatlerden nasibi olmayan müşriklerin de arzusu buydu. Hemen kabul ettiler. Hz. Suheyb, yanında bulunan bütün mallarını verdi, Mekke'deki mallarının da yerini tarif edip müşriklerin elinden kurtuldu ve hiç parasız olarak yoluna devam etti.

Sağlam olan için yiyorum

Mekke ile Medine arasındaki yolda bin bir zahmet, tahammülü mümkün olmayan güçlüklerle karşılaştı. Fakat Sevgili Peygamberimize kavuşmanın heyecanı ile bütün sıkıntılardan zevk alarak yoluna devam etti. Peygamber Efendimiz, beraberlerinde Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer olduğu hâlde, Hz. Külsüm bin Hedm'in hanesine misafirdiler. Önlerinde de ev sahibinin getirdiği yaş hurmalar vardı.

Hz. Suheyb, Peygamber Efendimizin huzuruna geldiğinde, gözü ağrıyordu. Yolda çok acıkmış ve susamıştı. Bu sebeple, Peygamber Efendimizin önlerinde hazır bulunan taze hurmalardan yemeye başladı. Hz. Ömer:
- Ya Resulullah! Suheyb'i görüyor musunuz, hem gözü ağrıyor hem yaş hurma yiyor, dedi. Peygamber Efendimiz de Hz. Suheyb'e lâtife ile buyurdu ki:
- Gözlerinde rahatsızlık var, yine de hurma yiyorsun. Hz. Suheyb de cevaben dedi ki:
- Ya Resulullah! Gözümün birisi sağlamdır. Onun hakkını yiyorum…

Peygamber Efendimiz ve orada bulunanlar, bu cevap hoşlarına gittiğinden tebessüm ettiler. Sonra Suheyb başından geçenleri anlattı: “Ya Rasulallah, Mekke'den, Medine’ye hicret etmek için yola çıktığım zaman, müşrikler beni yakaladılar. Onlara bütün servetimi teklif ettim. Onlar da kabul ettiler. Bütün malımı, vererek kendimi ve ailemi kurtararak huzurunuza geldim.

Peygamber Efendimiz sevinçle: “Suheyb kazandı! Suheyb kazandı! Ebu Yahya kazandı! Satış kârlı çıktı!... Satış kârlı çıktı!...” diye buyurdular.

Sonra, Hz. Suheyb hakkında nazil olan: “İnsanlardan bir kısmı, Allah-u Teâlâ’nın rızasını isteyerek O'na ibadet yolunda, kendini ve malını feda ederler.” (Bakara; 207) mealindeki ayet-i kerimesini okudular.

Hz. Suheyb-i Rumi, nişan almakta ve ok atmakta çok mahir idi. Başta, Bedir, Uhud ve Hendek olmak üzere, bütün gazalarda bulundu. Çok büyük gayret ve kahramanlıklar gösterdi. Şöyle anlatmıştır: “Her zaman, Resulullahın yanında bulundum. Bütün biatlerde, bütün gazalarda ve seferlerde hep yanlarındaydım. Hiç bir zaman, Resulullah ile benim aramda bir düşman bulunmamıştır. O’na bir zarar gelmemesi için kendi vücudumu siper ettim. Bu durum, o ahirete irtihal edinceye kadar devam etti.

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem onun için “Suheyb, ne güzel kuldur” buyurmuştu. Gökler ötesinin, bu ve daha önce geçen senalarına mazhariyet az bir şey değildi; hayatına bir köle olarak başlamış, imkânsızlıklarla boğuşmuş, türlü işkencelere tahammül etmiş olan Hz. Suheyb, Allah’ın ve sevgili Resulü’nün takdirine mazhar olmuştu.

Rasulullah’ın hadislerine büyük önem verir, ancak hata ederim endişesiyle hadisleri nakletmezdi. Niçin nakletmiyorsun diyenlere, şöyle cevap verirdi: “Vallahi ben Resulullah’ın hadislerini bile bile nakletmiyorum. İsterseniz, gelin size Peygamber Efendimizin savaşlarını ve yanlarında bulunduğum sırada gördüğüm şeylerin hepsini anlatayım. Fakat ‘Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu’ demeye gelince, ben onu yapamam.”

Hicretten sonra, 38. senesinde, Medine’deki evinde, güngörmüş, yaş yaşamış bir insan olarak 73 yaşında vefat etmiş, Baki mezarlığına defnedilmiştir.

Allah-u Teâlâ bizleri, onun ve diğer Sahabe-i Kiram’ın bereketinden mahrum etmesin. Allah onlardan ebediyen razı olsun. (Âmin)
HAMZA KAFKASLI

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mabel Matiz -Ya Bu İşler Ne-illuminati ifşası

Cem Karaca`nın Şarkısında Geçen Üçler, Yediler, Kırklar Mevzusu Üzerine...