Viyanalı Ermiş'in İtirafları

Yazı hayatı, yirmi iki yaşında Sezai Karakoç'un diriliş'inde başlayan şair Cahit Koytak’tan…


Kaburgalarımdan birini çıkarıp 
Kendime bir eş yaratmayı düşünmüştüm. 
(ki, muhtemelen tıpa tıp bana benzeyecekti, bu); 
ama bu sanatın, şiir yeryüzüne indirilirken 
felsefeyi başına sarmış bulunanlara 
yasaklandığını söylediler bana, 

Ben de, kaburgalarımı 
tensel iğvaların talanına bırakıp, 
kaval kemiğimden bir klarnet yarattım, 
Schubert'in, arınmanın gökçe kaynaklarından 
iniyora benzeyen naiv liedleriyle, 
Bach'ın uhrevi füglerini 
felsefi düşüncenin kodlarına çeviren 
tılsımlı bir klarnet... 


694.2 

Sık sık inançsız olduğuma hükmediyorum 
en az Russell kadar inançsız... 
ama yine de benimki onunki gibi yavan 
ve aptalca değil. 

Çünkü ben bunun için, sanırım, Eyyüb'e imanının 
verdiği keder kadar ağır, karmaşık 
ve bazen düşlerimde bana yüzümü, ellerimi 
kurtlanmış yaralar içinde gösteren 
bazen de Cabridge'deki felsefe derslerimde beni, 
bir filozoftan çok, bir peygamber gibi konuşturan 
sorular taşıdım her zaman yüreğimde. 

Bu soruların yolu, döne dolaşa, her zaman 
gelip şu sereba dayanıyordu: 
Bir gün bu acılı inançsızlığın bağrından 
bir tanrı filizlenip de çıkar mı? 


694.3 

En büyük yaralarını gizlemek için 
sanatta, düşüncede en küçük çiziklerden, 
en ufak falsolardan uzak durmak 
ya da öyle görünmek konusunda 
melekleri geride bırakacak bir titizlik, 
incelik sergileyebiliyor insan. 

Ama incelte incelte, sonunda, kabuğunu 
içindekileri gösterecek duruma 
getirmiş olabileceğini unutuyor. 

yahut unutmuyor da, böyle bir durumun 
gelecek kuşakların damağında bırakacağı 
efsane tadından ötürü 
gizli bir gurur duyuyor; 
gizli ve oyuna hile katan 
bir kumarbazınki kadar şeytanca... 


694.4 

Dürüstlük sanatındaki yeteneğim, 
çağdaşlarımın gözünde beni 
neredeyse mesih konumuna yükseltecek. 

Gerçekte olan şu, dürüstlük taçlandırılınca, 
en basit, en sıradan düşünceler bile 
bir tür vahiy etkisi yaratıyor. 

Bu büyüyü bozmam gerektiğini biliyorum, 
ama bozmak istiyor muyum, 
bundan kuşkuluyum. 

Çünkü fantezi de olsa, şakirtlerimin eliyle sunulan 
bir 'gökçe krallık' fikri, ölümü de, hayat gibi, 
bir keder, bir gerçek olmaktan çıkarıp 

bir oyun, bir sanat, 
bir rüyanın mümkün yorumlarından sadece biri 
haline dönüştürüyor. 



694. 5 

yok sayıcılık, bilimi ve mantığı 
kendi tarafında gördüğü her zaman, 
kabadayılık taslayan korkak birinin 
gülünç kahramanlığını yansıtıyor. 


694 . 6 

uyanıkken insanların hepsi aynı dünyada yaşarlar, 
ama uykuda herkesin ayrı bir dünyası vardır 
diyor efesli büyük herakles. 

felsefenin uzayında, sözcüklerin, fikirlerin, 
kavramların ve onları, alacakaranlıkları içinde 
seçilebilir kılan yıldızların, güneşlerin 
ve öteki gök cisimlerinin, buz içindeki hareketsiz 
ışıldayıp durdukları insansız alemlerde 
sanırım hiç değilse, benim gibi elli yaşını aşmış 
içindeki derinlerden ya kaçan, 
ya da oralardan kovulmuş bulunan yalnız biri, 
yalnızlıktan kuruyup gitmek üzere olan biri, 
onun elinden eteğinden tutup çekiştiren 
ve gerçekliğe, gerçek dünyaya alıp götüren 
mesela bir oğlu, bir dölü olsun isterdi. 

gözbebeklerinin aynasında ona, 
aynaların başkalarına ve başka koşullarda 
asla göstermeyecekleri kadar uzak, 
çok uzak derinliklerde 
insana kendi çocukluğunu gösteren 
ve bakışlarındaki parıltıyada da babasına, 
soyunun devam edeceğini ima eden 
Davud oğlu süleyman gibi, 
dili ezgilerle, kederlerle, 
bilgeliklerle incelmiş bir oğul… 


694.7 

Aslında o kadar kötüyüm, 
o kadar çirkin şeyler yaptım 
ve çirkin şeyler yaşadım ki, 
Tanrıya inanmak zorundayım! 

Ya da onun öldüğüne ve bıraktığı mirasın 
sefih, kibirli, gösteriş düşkünü oğulları 
(yahut çömezleri) 
tarafından çarçur edildiğinden 
artık haberdar olamayacağına... 

Böyle bir gereksinim içinde yaşamak, bu gidişle, 
erdemli, dinibütün insanlarınkinden daha sek, 
daha mistik bir dindarlık duygusu, 
daha ışıltılı bir erinç 
kazandıracağa benziyor bana. 


694.8 

Delirmemek için felsefe yaptığımı 
düşünebilir miyim? 

yahut içimdeki babilin 
uğultusunu bastırmak için? 

yahut unutturmak için kendime, 
içimdeki babilde de, 

dışımdaki babilde de 
çoktan kaybolup gittiğimi? 


694. 9 

Gençliğimde Tolstoy'un o babasız-oğulsuz incili, 
daracık ve sapa da olsa, 
önümde bir yol olduğu umudunu vermişti bana; 

ama yaşım ilerledikçe, 
keşişlerin, müjiklerin ve şairlerin 
çiğnediği o sarp keçi yolunun da 
benim içimden geçmediği 
ve felsefenin tepesine, 
ayartıcı dil-oyunlarının, 
gösterişli meteforların yardımıyla 
kurduğum manastır eteklerinden 
bir hortum gibi kıvrılıp göğe tırmanmış olduğu 
ve arkasında da bir iz bırakmadığı ortaya çıktı. 


694.10 

Her sabah aynaya bakıp şunu haykırmalıyım: 
"Şehvet düşkünü, zayıf, edepsiz, 
ilkel bir yaratık var senin içinde, 
kendi atığında debelenen bir canavar! 
Bir meyve kurdu! 

Ve işin kötüsü, senden daha zeki; 
çünkü, senin aklını ve yeteneklerini 
-seni, postunda gizlendiği bir aziz, 
bir yalvaç olarak göstermeye yetecek kadar- 
maharetle yönetmesini biliyor. 


694.11 

Bencilliğimi, kendime kene gibi yapışmamı, 
kendime tapınmamı... 
kısacası, içimdeki yılanı 
orada bulunduğu yerde 
saklamak zorundayım. 

bunu şimdilik yapabiliyorum. 
Ama onu kendimden ayırt edemeyecek kadar
bunayacağım günler gelip çatınca, 
ne yapabilirim; bunu kesitremiyorum. 

Klarnetim ve oynayan yılanımla 
gezici bir tiyatro trampına katılırım belki 
ya da sirk kumpanyasına. 


694.12 

Cehenneme götüren yolun iki yanında 
bağların, bahçelerin, kıyısından geçerken, 
insanlara, cennetin yolunun 
benim hayatımın içinden 
geçmediğini nasıl anlatabilirim? 

Diskurlarımda İsa'yı hortlatıp 
metafiziğin sisleri arasında 
sembolik mantık konuşarak mı? 

Bunu her yapmaya kalkışımda, 
havarilerimin en zekilerinin gözlerinde bile, 
düş kırıklığı yerine, parıldadığını gördüğüm 
o aptalca hayranlık önce gurur veriyor bana, 

ama sonra günlerce, günlerce 
kendimden tiksinti içinde 
yaşatıyor beni. 


694.13 

Bir şair olabilirdim; 
çünkü nereye gidersem gideyim 
tepemde dolaşmasını istediğim 
ipsiz bir uçurtma icat etmekti, 
çocukluğumdan beri, en derinlerdeki emelim. 

Ama ancak felsefenin 
Prens Mişkin'i olabildim. 

Çünkü, bu ipte oynayan düzmece kralların 
omuzlarında dolaşan şeytanları görmeye 
ve göstermeye yetecek kadar saf olmasını, 
saf görünmesini becerebilsem de, 
kendi şeytanlarımı kovmak için, 
zekayı bir kenara bırakıp 
melekleri yardıma çağırmayı 
kendime yakıştıramayacak kadar 
kibirliydim. 

şu da söylenebilir: 
dehamın, hem şeytanları cehennemin 
kapısına kadar kovalamaya, 
hem de onları kendime hayran bırakmaya 
yeteceği inancı aldattı beni. 


694.14 

bir şair, kendisini felsefenin içine kıstıracak 
büyük bir hata yapabilir ve onun bu hatası 
uzayın derinliklerinde yeni bir galaksi, 
yepyeni bir yıldız ailesi, 
bir kozmosu yaratacak kadar büyük 
bir patlamayla sonuçlanabilir. 

ama bir felsefeci, felsefenin içinden biri 
tek başına asla bu cesamette yaratıcı 
bir hata işleyemez. 

onun eli işe fazla yatkındır, çünkü. 
ne yetiştiği tezgah bunu kaldırır, 
ne de onun kullandığı aletler 
bunu yapmasına olanak verir. 

ayrıca, marangozlar birbirlerini tartarken, 
tuhaftır, her şeyden önce, döktükleri yongaların 
birbirine eşit, birbirine benzer 
ve ağacın suyu yönünde 
çıkarılıp çıkarılmadığına 
bakmayı adet edinmişlerdir, nedense. 


694.15 

bu son yıllarda kendimi 
kendimi bir kaya kütlesi gibi yonttum, yonttum... 
başlangıçta, yüzünü elleriyle örtüp 
dizlerinin üstüne kapanaraktan, 
sessiz sessiz ağlayan, yakaran 
bir aziz çıkacağa benziyordu, 
bir kayanın bağrından. 

ama sona yaklaştıkça, içerde, 
karanlığını -matematiksel mantık 
şaşmazlığıyla yönetilen- 
bir yeraltı krallığına dönüştürmek isteyen 
hayalci bir solucanın yuvarlandığı ortaya çıktı; 

krallığının adını da Tractatus
Logico Phlosophicus koyan 
kör bir solucan. 


694.16 

Tanrının en ilham verici eseri, kuşkusuz, insan; 
Sophoklesin dediği gibi, 
tuhaf, ihtişamlı ve keder verici… 

Ama aynı zamanda, aptal ve müptezel! 
çünkü, her seferinde dönüp arkasına bakar 
ve ruhunun atıklarına da, 
bedenin atıklarına da 
şöyle bir göz atmaktan 
gizli bir keyif duyar. 

İşte Sigmund Freud! 
O da kendi tarzında 
benim yaptığımı yapıyor: 
yerin altında kendisine 
Hasidik bir krallık kurmak için, 
barsak solucanlarını psikanalizleyip, 
lağım faerlerine, hamlet gibi imalı, 
kinayeli cıvıldamasını 
öğretmeye çalışıyor. 

Yani, tutkusunu ve dehasını 
bir çift kanat olarak değil, fakat, 
o da benim gibi, 
cehennemin dibini bulmak için 
kazma ve kürek kullanıyor. 


694. 17 

kendi cangılımıda, kendi kusursuzluk, dürüstlük 
ve erdem saplantılarımın önünden kaçan 
bir av hayvanıyım ben; 

eti yenmeyen, ama derisinden kürk, 
dişlerinden takı, boynuzlarından da 
borazan yapılan. 

ve karnı, felsefenin tapınak kahinleri, 
edebiyatın panayır yalvaçları eliyle 
açılıp, bağırsak falına bakılan… 


694. 18 

Tanrının hem ulrichle, olgayla, ludwigle, 
yani herkesle ayrı ayrı yaşadığı 
küçük küçük hayatları, 
hayatçıkları 
var gibi geliyor bana, 
hem de hepimizin üstünde, 
tek başına, 
mutlak bir yalnızlık içinde yaşadığı 
uçsuz bucaksız ve içine girilemez 
paylaşılamaz, çalınamaz, 
ihlal edilemez 
bir sanatçı hayatı… 

Ve Tanrı, mantığı ve felsefeyi, 
yani aklı ve illiyeti 
-küçük hayatlarımız, burada, 
tenin krallığında içleri daralınca, 
Onun melekler katarıyla 
yerden havalanmasınlar diye olacak- 
bizim için tam yeterli olandan 
belki biraz ağır ve ciddi, 
gerekli olandan biraz büyük 
ve havaleli; 

ama müziği, şiiri ve matematiği, 
buna bağlı olarak, sezgiyi ve hayal gücünü 
-yere göğe sığmayangünahlarımızı 
Onun büyük hayatına, 
sonsuz merhametine 
sığdırabilelim diye, sanıyorum- 
namütenahi olandan belki biraz küçük, 
biraz hafif, biraz hoppa ve cesur, 
biraz da köpük gibi sönümlü 
yaratmışa benziyor. 

Tuhaf, ihtişamlı ve keder verici olan 
-ki trajik diyoruz ona- 
işte bu, bir yanımızın 
tam yeterli olandan biraz büyük ve ağır 
bir yanımızın da, 
kusursuz ve ebedi olandan 
biraz küçük ve hafif tutulmuş 
olmasından ileri geliyor, bence. 

Bunun içindir ki, mantığı matematiğe, 
felsefeyi de şiire dönüştürme çabası 
gençliğimde bana bir oyun zevki, 
bir arınma coşkusu yaşatmış olsa bile, 
şimdi artık bu mümkün gözükmüyor bana. 

Vaktiyle taşlardan sessizliğin, 
yıldızlardan da yalnızlığın dilini 
öğrenmeliydim belki; 
bu fırsatı kaçırdım; 
artık bunu yapamayacak kadar yaşlı, 
huysuz ve tamamlanmış 
buluyorum kendimi. 


694. 19 

Aslında, Nuhun oğlu gibi, işi ağırdan aldım; 
hedonizmin, suçluluk duygusunun, 
kendine eziyetin verdiği sarhoşluklara 
kaptırdım kendimi; 
sular çeneme yükselmeden 
düşüncenin mülkünde tırmanılacak bir dağ 
bulacağım umuduyla avundum 
ve gemiye yetişemedim. 

Ama gelecekte benim incilimi yazacak olanlar, 
benim, ergenlerin mahrem rüyalarını andıran 
yakıcı, esritici, naif aforizmalarımda 
düşüncenin şehvetini keşfeden 
cambridgeli dostlarıma, 
çömezlerime, oda arkadaşlarıma 
mesihçe düşkünlüğüm olarak 
söz edeceklerdir, bütün bunlardan. 


694. 20 

Tanrı, Felsefi Soruşturmalarıma, Değinmelerime, 
şifreli notlarıma, vesaire, şöyle bir göz atıp da 
onları eliyle bir kenara ittikten sonra, 
dönüp bana şunu söyleyecektir: 

Gel, seni kendi gözlerinde yargılayalım, Ludy! 
Başkalarında gördüğünde seni tiksindiren ürperten, 
mideni bulandıran fiilerden 
başlayalım işe!* 



Cahit Koytak
...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mabel Matiz -Ya Bu İşler Ne-illuminati ifşası

Cem Karaca`nın Şarkısında Geçen Üçler, Yediler, Kırklar Mevzusu Üzerine...